Üniversite yıllarımda tanıştığım birisiydi Ümit Ağabey. Yaşı anasıyla yoksul bir hayat süren bir abiydi. Bir telefoncuda neredeyse karın tokluğuna çalışıyordu. Çarşıya çıktığımızda yanına uğrayıp muhabbet ettiğimiz birisiydi.
Gel zaman git zaman kötü dönemlerden geçtiğim zamanlarda dertlerimi paylaştığım, dertlerini dinlediğim bir ağabeyim oldu. Bana akıl verdiği de oldu benden akıl aldığı da. Aslına bakarsanız 45 yaşının üzerinde neredeyse babam yaşında bir adamdı. Ama birisiyle dostluk edecekseniz yaşın çok da önemli olmadığını gösterdi bana onunla olan dostluğumuz. Gençliğinden beri hayal edip yaşayamadığı ne varsa benim yaşamamı istiyordu sanki, ya da ben öyle hissediyordum. Çünkü hayatım boyunca ailem dışında beni bu denli öven, sen başarırsın diyen başka da kimse olmamıştı aslında.
Üniversiteyi bitirip İstanbul’a dönmüştüm. Artık sadece telefonla görüşüyorduk. Yine dostluğumuz sürüyordu. En vazgeçtiğim dönemlerde beni motive ediyordu. Yine bir gün aradığımda telefonu açtı nefes nefeseydi. Kalp krizi geçirmiş. Yeşilkartlı olduğu için yeşilkart anlaşmalı bir hastaneye yatırmışlardı. Sonra taburcu oldu falan işte…
Eskisi gibi değildi, hastalık onu yormuştu ama ümitsizlik dolu hayatına rağmen bana Ümit olmaya devam ediyordu. Motive ediyordu. Aradan bir süre geçti, annesi çok rahatsızlandı. Annesini şehire götürecek yol parası bile yoktu. Sağolsunlar birkaç dostumla beraber destek olduk ona. Annesini hastaneye götürdü. Sürekli olarak telefonda bana ben ölmeden annemi bir bakımevine yerleştirebilirsek, ölürsem gözüm arkada kalmayacak diyordu. Birgün yine aradım, sesi çok acılı geliyordu. Kardeşim annemi kaybettik dedi, çok üzüldüm. Hayatında annesinden başka kimsesi olmayan bir adamdı. Artık o gecekonduda tek başına yaşayacaktı.
Annesinin ölümünün ardından çok süre geçmedi ki panik atak türü bir hastalık da onu yakaladı. Belki de ilaçları onda bu etkiyi yapıyordu bilmiyorum. Ona sık dişini işimi kurayım seni İstanbul’a alacağım diyordum. Bu arada ben de evlilik hazırlığı yapıyordum ve düğünüme geleceksin diyordum. O yoklukla boğuşan adam yol paramı kenara ayırdım geleceğim diyordu ki düğünden bir gün evvel yine kalp krizi geçirdi, gelemedi haliyle. Benden daha çok üzüldü.
Son zamanlarda ise beni aramaz oldu, benim onu aramamı bekliyordu. Yeni evlisin rahatsız etmek istemiyorum diyordu. Sağolsun, yine düşünceli davranıyordu. Gerçekten bir ağabey gibi. Benden hiçbir menfaati yoktu. Hatta bir keresinde onu öğrenci evimize yemeğe davet etmiştik. Kardeşlerim, ben size yapmak isteyip de yapamadığım birşeyi sizden alamam dedi ve gelmedi. Biz de öyle dedikten sonra üstelemedik.
Bazen çok daraldığım zamanlarda arıyordum, söve söve anlatıyordum meramımı. İçimi döküp rahatlıyordum. Bazen de o yapıyordu bunu. Ona hep sana birini bulalım evlendirelim diye takılıyordum, sürekli benden geçti, kim ne yapsın beni diyordu.
Bir haftaya yakındır konuşmamıştık. Aradım ancak telefonu kapalıydı. Rahmetli annesinin telefonunu aradım, çalıyordu ama açmıyordu. Telefon açık olunca yine kalp krizi geçirdi konuşamıyor zannettim. Her akşam iş çıkışı arıyordum telefon çalıyordu ama açan olmuyordu. 5 Şubat akşamı yine eve giderken aradım ama açmadı. Endişeleniyordum, acaba vefat mı etti diyordum. Ölse haber verecek bir yakını bile yoktu. Aradan iki dakika geçmeden bir numara beni aradı, açtım. Bir yerden akrabasıymış, sorduğum da nereden duydunuz dedi. O an aptallaştım. Ümidim vefat etti dedi. Sadece başınız sağolsun diyip telefonu kapattım. Bir şok yaşıyordum. Hayatımda ailemden sonra en yakınım olarak gördüğüm insan 5 gün önce vefat etmişti. Benim yeni haberim oluyordu. Ne cenazesinde bulunabildim ne de elimden birşey geldi…
Kendimi çok kötü hissediyordum. Eve geldiğimde eşim de bende bir haller olduğunu anladı. Cevap veremedim, konuşsam kendimi tutamayabilirdim. Telefonuma yazdım Ümo’nun öldüğünü, salona geçtim ve oturdum. Artık abim yoktu. Bir yandan en yakın dostumun artık olmayacağını düşünüyor bir yandan da kurtulduğunu düşünüyordum. Çünkü yaşadığı hayat çok zordu. İsmi Ümit idi ancak ümitsizlik içindeydi. Hayatında onu dinleyen, anlayan ve değer veren tek ben vardım. Kendimi toplayıp ofis kurduğumda onu yanıma alacaktım. Ama nasip olmadı. Ne onun ömrü yetti ne de benim gücüm yetti.
Bir yanım eksik gibi…
Bana hep dediği birşey vardı, “kardeşim sen mutlu ol bana yeter, ben senin mutluluğunu görür mutlu olurum” derdi. Onu geri getiremem ama ben mutlu olmaya çalışacağım. Belki öbür dünyada beni görür de mutlu olur. Hem biricik anasına da kavuştu artık.
Bilmiyorum. Belki de kendimi avutuyorum. Değişik hissediyorum.
Yusuf Hayaloğlu’nun yazdığı ve seslendirdiği bir şiiri vardır. Bilenler bilir. “Ah ulan Rıza”. Ne de güzel anlatmış. Bir bölümündeki dizeleri bu yazıyı okuyacaklar için bırakıyorum. Dostlarınızın kıymetini bilin, çünkü onlarla vedalaşma fırsatını bulamayabilirsiniz…
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?
Ne acayip şeyler yapacaktık…
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kral arkadaşımdın!.
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
EmoticonEmoticon